24 Nisan 2014 Perşembe


                                140x200 cm, Tuval Üzerine Akrilik, 2011 



140x220 cm, Tuval Üzerine Akrilik, 2011 



140x220 cm, Tuval Üzerine Akrilik, 2011 



140x200 cm, Tuval Üzerine Akrilik, 2011 



140x200 cm, Tuval Üzerine Akrilik, 2011 


26 Mart 2014 Çarşamba

SANAT DÜNYASI DA POLİTİK HAYAT GİBİ OTORİTERLEŞİYOR



Ümit Gezgin: Sanatçı kişiliğinizin yanısıra akademisyen ve entelektüel kimliğinizin de önemine inananlardanım; bu anlamda plastik sanatların günümüzde öne çıkan ne tür sorunları olduğunu sormakla başlamak isterim?

Hayri Esmer: Kanımca sanat dünyası, tıpkı politik hayat gibi otoriterleşiyor. Sanat dünyasındaki aktörlerin, sanatın doğasıyla örtüşmeyen sınırlandırmaları, sanatçının  özgürlük alanını daraltmış durumda.  Dolayısıyla burada sanatçının özgürlük sorunu ile karşı karşıya olduğunu görmekteyiz. Kurgulayabilme fikri, günümüzde yapıta müdahaleye kadar indirgendi ne yazık ki. Bir çeşit sanat mühendisliği yani…Evet,  kültür endüstrisi gerçeğini gözardı edemeyiz. Ancak bu bizde, çoğunlukla söz sahibi olma, o iktidarı elinde tutma dolayısıyla müdahale şeklinde algılanıyor.  Sanata ‘çekidüzen’ vermek; kendi istediği türde, tarzda, sanatı yaratmak ve yaygınlaştırmak otoriterleşmeyi sağlıyor sadece. Yani sanatçının üstünde, onun yaratımını kontrol etmek ve yönlendirmeyi arzulamak tehlikeli bir şey. Tüm bu unsurlara karşı bağımsız bir duruş sergileyebilen ne yazık ki çok az sanatçı var.

Ümit Gezgin: Sanatçının istediği şeyi yapama noktasında etkisini yitiriyor mu?

Hayri Esmer: Biraz öyle, ama kastetmek istediğim şu: talebin daha önemli ve yönlendirici hale gelmesi. Bu sanat için tehlike demektir. Çünkü sanat, piyasa ve aktörlerinin değil, yaşamın talebiyle biçimlenen ve yaratıcı bakış merkezli bir üretim alandır. Ancak görüyoruz ki, piyasa, sanatçı üzerinde dolaylı veya dolaysız önemli bir baskı unsuru haline geldi. İlgi, pazarın olası ihtiyaçlarına ve yükselen popülist taleplere cevap veren sanata kaydı. Bu noktada sanat piyasası önemli bir güç haline geldi; sanatçının neyi, nasıl üreteceğini neredeyse belirleyen bir güç. Onun en önemli enstrümanı da ne yazık ki kolay biçimlenebilen, yeni mezun, hatta daha mezun bile olmayan ve keşfedilmeyi en fazla ihtiyaç hisseden genç sanatçılardır. Yıllardır, galerilerin bu kuşaklarda ‘cevher’ aramaları rastlantı olmasa gerek.




Ümit Gezgin: Peki, sanat eğitimi gençleri bu sorunlarla başa çıkacak bir donanımı vermiyor mu? Onun geldiği nokta hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hayri Esmer: Bu çok zor. Sanatçıyı donanımlı kılacak iyi bir eğitim neredeyse olanaksız. Zaten sanat eğitiminin kendisi de belirleyici konumdan, belirlenen konuma sürüklendi. Bunu derin bir üzüntü ile izledik ve izliyoruz. Sanatın nabzını tutamamanın derin hüznü… Üniversitelerdeki sanat eğitiminin günümüz sanat geleneğinden  koptuğu ortada. Bu kurumların ulusal ve evrensel kültüre nasıl bir katkı yaptığı, veya neden bir katkı yapamadıkları sorgulanacaktır herhalde. Akademik yapının, bir taraftan kemikleşmiş klasik moderne sadakati diğer taraftan konformist yapısı onun çağcıl olmasının önündeki en büyük engel olarak görülmektedir. Bununla birlikte birikmiş olan akademik, sanatsal ve eğitsel sorunlar, sanat eğitimini çağın gerektirdiği yenilikçi yapılanmadan uzaklaştırarak, geniş anlamıyla iktidar ve bürokrasiye teslim etmektedir. Bu hantal ve gelenekçi anlayışın sanat eğitimindeki hakimiyeti bertaraf edilip sanatın problemlerini merkez alan yaklaşımlar sergilenmeden gerçekçi ve çağın ihtiyaçı olan bir sanat eğitiminin verilebileceğine inanmıyorum. Günümüzde sanat eğitiminin, belirleyici ve yönlendirici nitelikleri törpülenmiş ya da kaybolmuştur. Sözgelimi 90’lara kadar Güzel Sanatlar Fakülteleri, Türkiye’deki sanat ortamını belirleyici bir rol üstlenirken, geçen süre zarfında bu işlevini hızla kaybetmiş; ve bu aktif rolünü piyasaya kaptırmışlardır. Burada küreselleşme ve teknolojik gelişmelerin etkilerini gözardı etmiyorum tabi. Ancak herşeye karşın çok temel ve önemli sorunlarla birlikte yaşıyoruz. Örneğin, sanatsal kültürümüzü ve tarihimizi, bilimsel yöntemlerle araştırıcı, irdeleyici, yorumlayıcı kısaca okuyucu ve bunu genç kuşaklara aktarma görevini yapamadığımızı görüyorum. Ülkemiz tarihinde bu kadar çok sanat yayınının yapıldığı ve sanata dair bu kadar az şeyin söylendiği başka bir dönem yoktur herhalde. Bu gerçekten tuhaf bir durum.

Ümit Gezgin: Tüm bu sanat yayınları çabasının yararsız olduğunu mu söylüyorsunuz?

Hayri Esmer: Aslında yararsızlığından çok, içinin boşaldığını, kendi üretiklerimizi, tarihimizi, kültürümüzü okuyup anlamlandıracak araştırmalar ve incelemeler yapamadığımızı dolayısıyla da sanat literatürüne evrensel anlamda önemli bir şey kazandıramadığımızı söylemek istiyorum. Yayının ve eleştirinin, irdeleyici, çözümleyici ve yorumlayıcı gibi kendi varlık nedenini terkederek, piyasa yaratmanın bir enstrümanına dönüştüğü ortada.



Ümit Gezgin: Müzelerde durumu nasıl görüyorsunuz ?

Hayri Esmer: Birincisi kamuya ait kurumların müzeleri; diğeri ise sayısı 7-8’i geçmeyen özel kurumların desteklediği müzeler. Pera, Istanbul Modern, Sabancı, Proje 4L, Borusan Contemporary, Cer Modern, Arkas gibi müzelerin tüm olanaklarını zorlayarak, batıdaki emsalleriyle rekabet çabasını ve yakaladıkları standardı görmemek mümkün değil. Bu müzeler sayesinde halkımız modern ve çağdaş sanatın çok önemli isimleriyle tanıştı ve orjinal eserlerini gördü. Ancak diğerleri için bunu söyleyebilmek gerçekten zor. Ne yazık ki bizde müze işletmeciliği profesyonel olmanın çok uzağında. Ya memur zihniyetiyle, ya da orta düzey bir galericilik işletmeciliği şeklinde algılanıyor. Önemli bazı sanatçıların da içinde bulunduğu eserlerin bir mekana alelade yerleştirilmesinin müzecilik olduğu zannediliyor. Yönetsel zaafiyetler ve bürokratik sıkıntılar onların dinamik, güncel ve yaşayan mekanlar olmasını engelliyor. Batıdaki emsalleriyle  kıyasladığımızda çoğu müzemizin durumunun içler acısı olduğunu görürüz. Yurtdışından büyük sıkıntılar, yargı süreçleri ve özel uğraşlarla yurda getirilen eserlerini  koruyamayan, çaldıran müzelerimiz var. Envanterleri yıllardır tartışılan ve sahte eserler ile gündemden düşmeyen müzelerimiz var.  Bırakın önemli sergiler açmalarını elindeki koleksiyonu bile koruyamıyor müzelerimiz. İyi şeyler söylemeyi isteyip söyleyememek gerçekten kötü.

Ümit Gezgin: Ya sanat piyasası?

Hayri Esmer: Sanat piyasasının ve bu alandaki yatırımların büyüdügünden emin olabiliriz artık. Finansal kaynağı güçlü büyük sermaye sanata önemli yatırımlar yapıyor. Fuarlar ve müzayedeler yakaladıkları satış hacmiyle hiç olmadığı kadar revaçta. Önemli koleksiyonlar oluşuyor ve sanatsal etkinliklere önemli paralar harcanıyor. Tüm bunlar iyi… ama bunlar beraberinde bir tekelleşmeyi de getirdi. Doğal olmayan yöntemlerle, sanatsal ortam üzerinde söz sahibi olma, onu belirleme, yönlendirme arzularını açığa çıkardı.  Doğrusu sanatın, çağdaş pazarlama yöntemleri, piyasa ve onun ardındaki dinamiklerin referansı olmadan varolamayacağı bir duruma düşmesi umut kırıcı.

Ümit Gezgin: Birazda sanatınızdan bahsetsek; uzun bir aradan sonra, ocak ayında Ankara’da bir serginiz oldu. Bu sergi bağlamında sanatınızı nasıl tanımlarsınız? soyut, kavramsal, düşünsel veya; çağdaş, güncel, fütüristik...

Hayri Esmer: Bu tür bir kategorikleştirme zor olsa da yaptıklarımı minimal ve kavramsal olana yakın görüyorum. Öteden beri soyutlamaya, simgeleşmiş unsurlara, sembollere ilgi duydum ve bunları anlam taşıyıcı olarak gördüm.  Bu anlamda yalın form ve renkler, mimari ve yapısal elemanlar ilgimi çekiyor. Gerek biçim gerekse renk açısından sadeleşmiş ve arınmış bir dil ile ilgileniyorum.

Ümit Gezgin: Resimlerinizde dili ne kadar önemsiyorsunuz? Sizce sanatta dilin önemi ve değeri nedir?

Hayri Esmer: Bana göre sanatın temel sorunu dildir. Yapıt dil ile biçimleniyor çünkü. Dildeki arayışlar, ancak kalıcı bir değer ortaya koyabilir. O nedenle resimlerimde geleneksel boyama yöntemleri yerine çizgiyi kullanıyorum. Onu da alışılmış, geleneksel kullanımından sıyırmaya çalışıyorum. Biçimlenmemiş, herhangi bir dönemi, çağı ve tarzı anıştırmayacak şekilde en yalın ve saf kendisi olarak kullanıyorum. Anlamlandırıcı tüm niteliklerinden sıyrılmış oluyor doğal olarak. Çizgi benim için biçimlendirici değil, bir yapı elemanı. Istiflenerek, kütleselleşen, biraraya gelerek kitleye dönüşen ve nihayetinde bu haliyle formun yapısal bir elemanı olarak var. Resmin dili ve imgenin yapısıyla ilgili arayışlar içinde olmayı önemli görüyorum.

Ümit Gezgin: Neden süreksizlik,  bunun bir hikayesi var mı?

Hayri Esmer: Hikayeden çok, bir sorunsaldan kaynaklı, günümüz gerçekliğine yapılan göndermelerle ilişkili. Yaşamımız kesintili süreçlerin bir toplamıdır aslında, parçalı bir gerçeklik içindeyiz yani.  Sürekli ve kesintisiz sürmek yerine kesintilere uğrayan, kırılmaların yaşandığı bir durum. Parçalı olan ve ayrışık yapılarıyla dikkat çeken bir süreci yaşamaktayız. Buna gönderme olarak birbirinin devamı olmayan parçalı tuvaller kullandım bu sergide; dolayısıyla da bu parçaların yanyana gelişlerinde ortaya çıkan kaymalar, kırılmalar, kesintiler, dönüşümler ve dolayısıyla da oluşan süreksizlik, yapıtları hem birbiriyle ilişkili hem de ayrışık olma halini ortaya çıkardı. Bir anlamda sürekliliği, kesip parçalayarak ayrışık hale getirdiğimi düşünüyorum.



Ümit Gezgin: Önceki sergilerdeki monokrom bakış ve soyut düzenek olgusu, şimdi
lerde değişmiş.. Bunun sebepleri nelerdir.
Belli dönemler arasında esastan farklar oluşmasını önemsiyorum ve gerekli görüyorum. Bundan önceki sergilerimde de bunu sıklıkla yaptım. Sanat yapma isteğimiz, enerjisini bu değişimden almaktadır. Yenilenmek yaşamsal bir ihtiyaç. Dolayısıyla bu sergimde de  yapısal unsur olarak çizgi değişmemekle birlikte renk ve formlarda bir yenilik arayışı sözkonusu. Pür bir soyuttan çok, anlamsal değeri daha görülebilir olan biçimleri tercih etmem; farklı parçaların ilişkilendirilmesi ve renk ile birlikte güçlenen derinlik algısını bu sergiye özgü yeni bir durum olarak görüyorum.



Ümit Gezgin: Bu sergide renge özel bir yer verdiğiniz anlaşılıyor. Renk, sizin için ne ifade ediyor?

Hayri Esmer: Renk, bana göre günümüz dünyasını daha ‘değerli’ ve görülebilir kılan en önemli unsur. Günümüzde gerçeği, bulunduğu yerden büyüleyici bir atmosfere taşıyan, neredeyse illüzyonik bir araç olarak görülmektedir. Gerçeği abartan, olduğundan farklı gösteren, öyle ki yapıdan daha önemli hale gelen göz kamaştırıcı bir araç. Gösteriş, şatafat ve  cazibe gibi değerleri de temsil etmesi açısından önemini gözardı edemeyiz. Bu sergide de bu amaçlar ile kullandım. Rengin günümüzdeki bu işlevine gönderme yapmak istedim ve hayatımdaki en yüksek kromalı renkleri kullandım. 


24 Ocak 2014 Cuma


Süreksizlik Serisinden, 2013, 120x280 cm, T.Ü.A




Süreksizlik Serisinden, 2013, 50x150 cm, T.Ü.A




Süreksizlik Serisinden, 2013, 120x210 cm, T.Ü.A




Süreksizlik Serisinden, 2013, 100x50 cm, T.Ü.A




Süreksizlik Serisinden, 2013, 50 x150 cm, T.Ü.A


Süreksizlik Serisinden, 2013, 50x150 cm, T.Ü.A




Süreksizlik Serisinden, 2013, 150x50 cm, T.Ü.A





Süreksizlik Serisinden, 2012, 120x240 cm, T.Ü.A




Süreksizlik Serisinden, 2012, 120x240 cm, T.Ü.A




Süreksizlik Serisinden, 2013, 50x150 cm, T.Ü.A


Süreksizlik Serisinden, 2012, 120x420 cm




     
                          Süreksizlik Serisinden, 2012, 170x340 cm